Varılacak yarınlar – Bölüm 1

Yemyeşil tepenin bittiği yerden başlıyordu deniz önünde masmavi. Sahile yumak olmuş bej rengi kayaları yakalamaya uğraşan bir kedi yavrusu gibi vuruyordu dalgalar, bazen heyecanla, bazen sessiz ve temkinli.

Her sabah kahvaltıdan önce, ekmek almak için çıktığında gelir biraz otururdu bu tepede Ada. Sabahın temiz kokusu ve manzaranın güzelliği ile ruhunu doyuruyordu, kahvaltıdan önce.

Müzeyyen teyzenin evinde daima bir düzen hakimdi, kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri yıllardır hiç değişmeyen bir düzende aynı saatte yenilirdi. Bazen Volkan biraz daha fazla uyumak için dirense de, Müzeyyen teyze, kocası Hulusi amcayı onun kapısına yollar, oğlanı almadan gelmemesini tembihlerdi.

On beş yıl önce annesini kaybettiklerinde, babası ile hüzün dolu bir hayata sarılacaklarını sanmıştı. Nereden ve nasıl bir bağ kurduklarını anlayamadığı babası ve Hulusi amca, haberleşip buraya yerleşeceklerini öğrenince, üzülmüştü ilkin. Annesine dair her şeyi geride bırakırlarsa, bir gün döndüğünde onları evde bulamayıp üzülecekmiş gibi bir acı yerleşmişti çocuk yüreğine.

“Gitmeyelim ne olur baba!” demişti ağlayarak, “Annemi bırakıp gitmeyelim!”

Muammer beyin gözleri dolu dolu olmuştu, kızının ağlamalarına ama, bulduğu bu yeni işin, onlara yeni bir hayat sağlayacağına, yanlarına gidecekleri ailenin de, yaralarına merhem olacağına söz vermişti kızına.

“Eğer oraya gittiğimizde, yanıldığımı düşünürsen, o zaman kalkar geliriz yine buraya!” demişti onun göz yaşlarını silerek.

Babasının zaten sahip olduğu bir işi varken, neden uzaklarda bir yerde olmak istediğini o zamanlar anlayamasa da, şimdi bunun belki de acıdan kaçmanın bir yolu olduğunu düşünüyordu kendi kendine. Annesini hayal meyal hatırlıyordu şimdi. Müzeyyen teyze buraya geldikleri andan itibaren kucaklamıştı onu, tıpkı oğlu Volkan’a yaptığı gibi annelik etmiş, hiç ayırmamıştı evladından.

Onu avluda ilk gördüğünde, nasıl gözleri dolarak kucakladığını dün gibi hatırlıyordu. Bu sıcacık kucağa bırakmıştı o gün gözyaşlarını, acılarını ve kalan hayatını Ada. Hulusi amcanın da, Müzeyyen teyzeden bir farkı yoktu bu anlamda. Babasının şoförlüğünü yaptığı bu güzel aile, onlara bir yuva olmuştu sahiden.

Volkan ile aynı yaştaydılar, Müzeyyen teyze ikisinin elinden tutup sokağa çıktığında, hiç benzemiyor olsalar da, ikiz olduklarını sananlar bile oluyordu o zamanlar. Volkan’a alınan her şeyden, bir tane de mutlaka ona alınırdı bu evde. Onunla aynı okullara gitmişler, aynı sofrada yemek yemişler, aynı çocukluk anılarını paylaşmışlardı. Birbirlerinin iyi, kötü, güzel, çirkin her hallerini bilirlerdi.

Babası ile bu sevgi dolu evin bahçesine yapılmış, o küçük eve taşınmışlar ama, büyük evin ve bahçenin içinde, bu güzel ailenin her zaman parçası olmuşlardı. Yemekler büyük evde hep beraber yenilirdi bu yüzden. Uyumak dışında kendi küçük evlerinde vakit geçirmelerine izin vermezdi Müzeyyen teyze. Muammer beyin alışması zor olmuştu bu iç içeliğe. Adamcağız, rahatsızlık vermekten çekindiğinden, önceleri sadece Ada’yı gönderip, evde kalmaktan yana olsa da, Müzeyyen teyzenin baskın karakterine yenik düşmüştü bir süre sonra.

Kurulu düzene uymuş, hepsi bir arada mutlu mesut yaşamışlardı bu on beş yıl boyunca. Şimdi üniversiteden mezun olacakları bir yazın başlangıcındaydılar hep beraber. Volkan ile aynı bölümü kazandıklarında en çok kendileri şaşırmışlardı bu işe. Tercihlerini beraber yapmışlar, ayrı bölümler de yazmışlardı ama, kader onları aynı bölümde de ayırmamıştı yine.

Minnet doluydu Ada bu aileye, babasından sonra hayatındaki en değerli insanlardı onlar. Evin iki çocuğunun mezuniyetleri için bir telaşe vardı şimdi . İkisinin de Hulusi amcanın şirketinde işi hazırdı zaten. Bazen “Personelimi evde yetiştirecek kadar iyi ve akıllı bir patronum.” diye takılırdı onlara ders çalışırlarken.

Müzeyyen teyze, yeni komşuları Saadet hanımlara gidecekti bugün öğleden sonra. Ada’ya da gel demişti, Saadet hanımın da onlarla yaşıt bir kızları vardı Pelin. Utku’yla mezuniyet töreninde piyano çalacakları için, prova sözü vermemiş olsaydı, kırmazdı elbette onu ama, çalışmaları da gerekiyordu.

Utku ve o, üniversitenin müzik grubunda tanışmışlardı. Volkan tercih etmemişti bu gruba girmeyi. O daha çok okuldan bağımsız sosyallikten yanaydı. Zaten bütün ders yılı gördüğü insanlarla, ders saatleri dışında yine okulda kalmaktansa, sahilde veya kendi planları doğrultusunda hareket etmeyi daha çok seviyordu.

Geç kalmamak için, doğruldu tepenin üzerinde oturduğu yerden. Müzeyyen teyze, Hulusi amcayı yollara dökerdi biraz daha geç kalırsa.

Yaz başlangıcının, serin sabahında, büyük ailesinin kahvaltısı için hızlandırdı adımlarını.

Babası elinde bahçe hortumuyla deponun önündeydi hâlâ. Demek ki, Müzeyyen teyzenin kahvaltı çağrısı yapılmamıştı daha.

Ona el sallayarak girdi büyük eve, Volkan henüz ayılamamış gözlerini ovuşturarak “Günaydın prenses!” diyerek geçip gitti banyoya. Müzeyyen teyzenin hazırladıklarının kokusu, Hulusi amcanın balkona taşıdığı tabaklarla yayılmıştı bütün eve.

“Hadi yavrum, çağır babanı da gelsin!” dedi Müzeyyen teyze, ekmekleri Ada’nın elinden alırken. Diğer eliyle de, henüz doğradığı peynirden bir parça verdi onun ağzına. Müzeyyen hanım otoriter ve baskın bir kadındı ama evlatlarına çok düşkündü. Onlar söz konusu olduklarında her türlü fedakarlığa katlanırdı. Volkan ve Ada için her zaman “Dünyaları yakarım ikiniz için” derdi. Ada’nın bir annesini almıştı Allah elinden ama, bir diğer güzel yürekli kadına rastgetirmişti onu.

Hepsi masanın etrafına yerleştiler her zaman ki yerlerine.

“Ada, Utku ile okula gidecekmiş bu gün, ben de Saadet hanımlara gideceğim kahveye çağırdı. Sen ne yapacaksın Volkan?” diye sordu oğluna Müzeyyen hanım. Mezun olup, tatile de başlamış olsalar, evde herkesin ne yaptığını, hangi saatte nerede olacağını bilmek isterdi.

“Ya Anne, daha gözümü açamadım, ilk önce onu açacağım valla!” dedi gerinerek Volkan.

Hulusi amca güldü oğlunun haline, Muammer bey her zaman ki gibi sessizce tabağına aldıklarını yiyordu. Aile ile birlikteyken genellikle sessizce dinlemeyi tercih ederdi konuşulanları. Zaten normalde de çok konuşan biri değildi ama, ne kadar aile de olsalar, yine de bu evde bir çalışan olduğunu aklından çıkarmıyor gibiydi.

Akşam küçük evlerine döndüklerinde sohbet ederlerdi Ada ile, gün içinde en uzun konuştuğu zamanda o kadardı zaten.

“Yarın alışverişe çıkalım da sana bir şeyler alalım Ada’cığım” dedi Müzeyyen teyze bu sefer.

“Ne için Müzeyyen teyzeciğim?”

“Kızım mezun oluyorsun, bir sunumun olacak, hayatının en özel ve güzel anlarından birine evdeki kıyafetlerinle gitmeyeceksin herhalde değil mi?”

Gülümsedi Ada, hiç bir şeyi atlamaz, her şeyi düşünürdü Müzeyyen teyze, düşünüp karar verdi mi de, itiraz edilmezdi.

“Sen ne giyeceksin oğlum?” dedi Hulusi bey Volkan’a dönüp.

“Baksana annem Ada’ya kıyafet alıyor baba, ben pijamalarla gideceğim herhalde!” diye yanıtladı Volkan soruyu gülerek.

“Bak şu edepsize, Ada’yı mı kıskanıyorsun sen bunca yıl sonra bakayım?” diye azarladı Müzeyyen teyze onu. Volkan merakla yüzüne bakan Ada’ya göz kırptı. Kıkırdadılar sessizce.

Sabahın serinliği yerini günün sıcaklığına bırakmaya başlamıştı yavaş yavaş, güneşin balkonun sardunyalarının olduğu tarafa düşmesiyle, kahvaltının sona erdiğini gösteren hareketliliği başladı Müzeyyen teyzenin. Ada’da onunla kalkıp toplamasına yardım etti sofradakileri.

“Utku gelip alacak mı Ada seni?” diye sordu Volkan içeri geçerken.

“Alacak.” dedi Ada, “Gelir birazdan.”

 

(Devam edecek)

Oğlum, Ceren Metin Kılınç ile birlikte keyifli okumalar dileriz.

Gülseren Kılınç

Varılacak yarınlar – Bölüm 1’ için 10 yanıt

Yorum bırakın