Kimin cenneti? – Bölüm 3

Nihayet anneleri eve gelince, bekledikleri gibi şiddetli bir kavgaya tutuştular. Kavga sona erene kadar odadan çıkmama kararı aldıkları için, ikisi de sessizce beklemeye başladı. Sonunda kavgalarda duymaya alışık olmadıkları bir gümbürtü oldu ve ikisinin de sesi kesiliverdi. Ağabeyi yerinden fırlayıp neler olduğuna bakmak için kapıyı açtığında, babalarının yerde yatan annelerini uyandırmaya çalıştığını gördüler. Kadın kocasının savurduğu eşyalardan kurtulmaya çalışırken, ayağı uçurtmanın kuyruğuna takılmış ve yere kapaklanmıştı. Alnından akan kanlar bütün yüzünü kırmızıya boyamış, babasının seslenmelerine cevap vermeden öylece yatıyordu. Adam bunlara hiç bakmadan, kadını kucakladığı gibi dışarı çıktı. Ağabeyinin arkasından çıkıp bakabildiğinde, parçalanmış uçurtmanın üzerinde annesinin kanını görmüştü sadece. Kıpkırımızı sıcak kan gazeteyi boyamıştı öylece. Annesinin alnına atılan dikişlerden sonra eve döndüklerinde, babası ikisini de dövüp, uçurtmanın kalan parçalarını toplayıp atmıştı çöpe. Zavallı uçurtma hayalleri maviden çok kırmızıya bulaşarak yok olup gitmişti öylece.

Yetiştirme yurduna gittiklerinde, bir gün bahçede düzenlenen uçurtma şenliğine ikisi de katılmak istememiş, odalarının camından, gökyüzünün mavisine karışan uçurtmaları izlemişlerdi sadece.

Suna’nın az önce uçurtmanın peşinde koşarken ki heyecanından eser kalmamış, omuzları düşük, bıraktığı tabağa doğru yürümeye başlamıştı. Aslında bu  kız da, en  az ağabeyi ve onun kadar yalnız sayılırdı. Belki onlar gibi yetiştirme yurdunda olmasa bile, bir yanı deniz, bir yanı evlerle kapalı bu sahilde hapis gibiydi. Şu pire torbasından başka kimseyle oynadığını görmemişti adam, az önce ki kızın onu eliyle itmesine bakılırsa, arkadaşlık için kimse onu uygun da bulmuyordu. Onun tabağı alıp, eve doğru durgun yürüyüşünü izledi bir süre daha.

Ertesi gün patronun adamlarının getirdiği kitaplardan  birini eline alıp, verandaya çıkmaya karar verdi yine, içerideki ışık artık yaşlanan gözlerinin kitap harflerini okumasına yetmemişti. Komşunun cılız kızı ile köpeğine rastlamamak için, çıkmadan dışarıyı kontrol etmişti yine. Kız sahilde ona arkası dönük bir şeylerle meşgul görünüyor, köpekte her zaman yaptığı gibi dalgalarla aptalca savaşına devam ediyordu. İçeriden sandalyeyi çıkarıp, kapının hemen önüne koyup, kitabını okumaya başladı. Biri onu rahatsız etmek isterse, hemen içeri girebilecekti böylece.

Aslında çokta sürükleyici olmayan kitaba kendini öyle vermişti ki, Yaralı havlamaya başlamamış olsaydı, Suna’nın geldiğini farketmeyecekti bile.

“Merhaba!” dedi Suna elindeki, tahta parçaları ve gazete kağıdını ona uzatarak, “Bir uçurtma yapmayı deniyorum sabahtan beri ama, başaramadım. Siz bana yardım edebilir misiniz?”

Adam Suna’nın elinde ağabeyi ve kendisinin uçurtma yapmak için kullandığı malzemeleri görünce irkildi birden. Bu kız geçmişi hortlatan bir anahtar gibi her  gün bir tramva yaşatıyordu ona.

“Defol git buradan!” diyerek ayağa kalktı ve sandalyesini alıp kapıdan içeri girdi adam.

“Lütfen, sizden başka yardım edecek arkadaşım yok.” dedi Suna adamın arkasından.

“Ben senin arkadaşın  değilim!” diyerek çarptı kapıyı adam.

Suna gerçekten çok üzülmüştü yeni arkadaşının bu tavrına, ne olacaktı sanki nasıl yapılacağını biraz gösterse, o kendisi halledebilirdi. Bu defa arkasını dönüp gitmeden adamın verandasının önündeki kumlara oturup, yeniden denemeye başladı birleştirmeyi.

Adam öfkesinden burnundan soluyarak perdenin arkasından izlemeye devam ediyordu onu. Hayatında hiç bu kadar yapışkan bir çocuk görmemişti. Üstelik o tahta parçalarını öyle gevşek bağlamaya devam ederse o uçurtma asla uçmayacak, daha eline alırken dağılacaktı. Kız sopaları bir türlü doğru çapraz pozisyonda tutamadığı için, diğer eliyle ipi sararken elinden düşürüyordu. Yaklaşık on kez denedi baştan ama, sonuç değişmedi. Onu dikkatle izleyen Yaralı bile sonunda sıkılıp, dalgalara meydan okumak için uzaklaştı yanından.

“Tamam, sen de git bakalım!” diye seslendi kız köpeğin arkasından, döndüğü sırada dünkü sarı saçlı kızın elinde başka bir uçurtma ile yine sahilde olduğunu gördü. Hırsla dönüp,  elinin kumsuz tarafı ile gözlerinden akan yaşları sildi ve yaptığı işe konsantre oldu yeniden.

“Hayat çok acımasız bazen!” dedi adam kendi kendine. “Ne kadar azimli olursan ol, hiç bir zaman o sarışın kızın sahip olduklarına sahip olamacağını öğreneceksin bir gün.”

Suna’nın sevinçle ayağa fırladığını ve elinde bu defa düzgün bağlanmış tahtaların olduğunu görünce, gülümsedi bu defa. Bu kız gerçekten inatçıydı.

İçeri dönüp, ışık yettiğince, kitabını okumaya devam edecekti ama, kitabı göremedi evin içinde, camın arkasından yeniden bakınca, içeri girerken onu kapının hemen önüne düşürdüğünü gördü. Şimdi çıkıp onu alırsa bu geveze, inatçı kız yine sinirlerini oynatacaktı muhtemelen. Dönüp televizyonu açmaya karar verdi.

Kiloluk bir Amerikan filmi izlemeye başladı. Bir saat sonra kapının sesiyle uyandı, filmi seyrederken koltukta içi geçmiş olmalıydı. Saate baktı, patronun adamlarının erzak getirme saatiydi. Gerinerek doğruldu ve kapıyı açtı. Suna elinde kitap ve tamamladığı uçurtmasıyla kapıda duruyordu.

“Merhaba yeniden!” dedi gülümseyerek, “Kitabınızı düşürmüşsünüz demin girerken, bende uçurtmamdan artan gazetelerle sizin için kapladım onu. Bakın uçurtmamı da tamamladım, hem de hiç yardım almadan!”

Adam kızın uzattığı kitabı alırken, “Kuyruğu yok o uçurtmanın!” dedi ters ters.

Bunu nasıl düşünememiş olduğuna şaşıran Suna, hayretle baktı elindeki uçurtmaya, öyle ya kuyruksuz uçurtma mı olurdu? Elinde kalan son gazete ile adamın  kitabını kapladığı için, kuyruk yapacak malzemesi de kalmamıştı.

Adam onun bakışlarından ne düşündüğünü  anlayınca, kapıyı açık bırakıp içeri gitti ve biraz sonra elinde bir kaç naylon torba ile geri geldi.

“Al! Bunlarla kuyruk yapabilirsin!”

Suna adamın bu yardımı karşısında o kadar mutlu olmuştu ki, adamın elinden torbaları kapıp, koşarak az önce uğaraştığı yere geri döndü.  Adam kapıyı kapatıp, kızın özenle kapladığı kitaba bakıp gülümsedi yeniden.

Bu gün içinde ikinci kez gülümsüyordu.

Yaralı, sahibini hoşlanmadığı adamın yanında görünce, dalgalarla oyununa ara verip, Suna’nın yanına dönmüştü. Suna büyük bir dikkatle adamın verdiği torbaları kesiyor ve uçurtmanın sopasına bağladığı uzun ipe tutturmaya çalışıyordu. Bir süre sonra uçurtma hışırdayan kuyruğu ile birlikte uçmaya hazırdı.

“Keşke komşumuzun adını da öğrenseydik Yaralı! Ona teşekkür çığlıkları atabilirdik uçururken!” diyerek sahilin en taşsız yerine doğru koşmaya başladı Suna.

Adam başını  camdan çevirdiğinde, gökyüzünde süzülen uçurtmanın kuyruğunu gördü önce, abisi ile kendisinin bir türlü maviyle buluşturamadığı uçurtma, cılız bir kızın ellerinde uçuyordu şimdi. Yerinden kalkıp pencerenin kenarına geldi, o gece her şey olmadan önce bu sahneyi görebilmek için nasıl heyecanlandığını hatırladı yeniden. Uzun zamandır hissetmediği bu heyecan onun kapıdan çıkıp, Suna’nın yanına gitmesine kadar yetti. Adamın yaklaştığını gören Yaralı, havlamaya başladı yeniden.

“Ah!” dedi Suna sevinçle, “Ben de sizin adınızı haykırmak istiyordum ama, bilmediğim için yapamadım, adınız neydi?”

“Osman!” dedi adam, gözü uçurtmada, “Biraz da ben uçurabilir miyim?”

Suna bu teklifi de sevinçle karşıladı, “Elbette!” diyerek uçurtmanın sarılı olduğu ipi ona uzattı hemen.

Adam elleri titreyerek aldı ipi ve içindeki tüm kuşlar uçurtmaya doğru havalandılar hemen. Rüzgar gözlerinden akan yaşları alıp götürüyordu. Yavrusunu teselli etmeye çalışan bir anne gibiydi şimdi rüzgar, hırçın ama sevgi dolu elleriyle hem uçurtmayı havalandırıyor, hem gözlerinden akan geçmişin izlerini siliyordu şefkatle.

Suna kumsala oturup, adamın kendinden geçmiş, uçurtmaya bakışını izliyordu. Onun sakin tavrı, Yaralı’nın da sakinleşmesine neden olmuştu.

Mutluluk tablosunda birer çocuk olarak kaldılar bir süre öylece, yanlarına gelen patronun adamlarını ilk farkeden Yaralı oldu.

“Osman abi hayırdır?” dedi adamlardan biri alaycı bir gülümseme ile, sonra dönüp Suna ve köpeğe baktı, “Çocuk yuvası mı açtın burada yoksa?”

Osman, uçurtmanın dolandığı ipi sertçe Suna’ya uzatıp, eve doğru yürümeye başladı adamlara bir şey söylemeden. Gerçek hayat, onu bu tablonun içinden çekip almıştı. Yine de dönerken başını çevirip, şaşkın gözlerle onu izleyen Suna’ya baktı, gülümsedi.

Suna sevinçle el salladı bu vedaya.

(devam edecek)

Bölüm 1

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/31/kimin-cenneti-bolum-1/

Bölüm 2

https://gulserenkilincyazar.com/2018/06/01/kimin-cenneti-bolum-2/

Bölüm 3

https://gulserenkilincyazar.com/2018/06/02/kimin-cenneti-bolum-3/

Bölüm 4

https://gulserenkilincyazar.com/2018/06/03/kimin-cenneti-bolum-4/

 

Kimin cenneti? – Bölüm 3’ için 7 yanıt

  1. Uzun zamandır yazamadım hastanede eşim yatıyodu bende rafakatcıydım çıktık çok sükür evdeyiz. Severek zevkle okudum okumayada devam edicem. Kalemin güçlü sizde saglıklı olun yazmaya devam edin bende zevkle okuyum… sevgiyle kalın 😘

    Liked by 1 kişi

Kimin cenneti? – Bölüm 1 – Gülseren Kılınç için bir cevap yazın Cevabı iptal et