Ben acıdan güçlüyüm! – Bölüm 8

Ahucan, karısının göğsünde kendinden geçmiş ağlarken, adam titreyen elleriyle bir kartvizit uzattı ona.

“Bu Alkan’ın doktorunun numarası, istersen aç onunla da konuş kızım. Oğlumuzu bize o geri verecek, eğer sen istediğimiz şeyi yaparsan.”

Ahucan burnunu çekerek doğruldu kadının göğsünden, “Tamam, yapacağım!” dedi burnunu çekerek. Bu insanlara yardım edecekti, ona hiç kimse yardım etmemişti, aile acısının ne olduğunu biliyordu o. Alkan beyin yüzü canlandı, gözlerinde, ve parçalanmış elleri. Ona yardım edecekti. Herkes bir şansı hakkederdi çünkü. Madem ki o şans kendisiydi, ve onun da dediği gibi hiç bir şey tesadüf değildi. O halde şimdi kendine düşeni yapmalıydı.

Ertesi günü Alkan beyin annesi Alev hanım ve Necati bey ile tedavi merkezinde buluşup, doktoru ile konuşmaya karar verdiler ve erkenden merkezde buluştular. Ahucan’ın vereceği ilaç yeşil reçeteli olduğu için, sadece doktordan alabilirlerdi. Doktor uzun uzun ilacın olumsuz herhangi bir yan etkisi olmadığını, sadece Alkan’ı buraya sorunsuz getirmeleri için ağır bir sakinleştirici olduğunu ve yaklaşık olarak sekiz saat derin bir uykuya dalmasını sağlayacağını anlattı. Uyandığında zaten buradaki odasına yerleşmiş olacaktı ve tedavisine hemen başlanarak onu en kısa zamanda, topluma ve ailesine yeniden kazandıracaklardı. Bu tür hastalıklar yaş ilerledikçe daha geri dönülmez noktaya geldiği için, Ahucan’ın bu aileye ve Alkan’a yaptığı iyilik gerçekten ödenmezdi. Ahucan evden bahsetmeyi düşünse de, şimdi böyle bir iyilik yaparken karşılık bekliyor gibi olacağını düşündüğü için hemen bu düşüncesinden vazgeçti. Alkan bey iyileştikten sonra evi ondan satın alabilirdi.

Geriye bir tek ilacın Alkan’ın içmesi kalıyordu.

Alkan anlaşmanın maddelerini tamamlamış ve avukatına göndermişti. Avukatı daha ilk maddeden bütün mal varlığını bir başkasına bırakmasına karşı çıksa da, Alkan bunun sadece kendisine bir şey olduğu zaman geçerli olacağını savunup maddelerde direnmişti. Aslında her zaman yasalar Alkan’ın umduğu gibi işlemiyor çoğu zaman, açılacak bir dava ile vasiyetler geçersiz kılınabiliryordu. Özellikle Alkan gibi ruh halinin iyi olmadığı bilinen kişilerde, bunun yapılması çok daha kolaydı. Bu nedenle bir anlaşma yaparak veya miras bırakarak mal varlığının bir başkasına aktarmak Alkan’ın sandığı gibi sonuçlar yaratmayabilirdi.

“O halde, evlendikten sonra hepsini eşimin üzerine geçiririm!” dedi doğrudan Alkan. Bu konuda tartışmak istemiyordu. Ahucan gibi kararlı  birinin çok beklemeden geri geleceğini planlamıştı, bu yüzden anlaşmanın bir an önce hazır olmasını istiyordu. Anlaşmanın maddelerinden biri, planladığı gibi, istediğii eve bir yıl onunla aynı evde yaşamadan sahip olamayacağıydı. Diğer mallara ise ona bir şey olması durumunda tamamen sahip olacaktı. Zeten bu bir yıl içinde onu tanımak için daha çok fırsatı olacağından gerekirse, mal varlığının ona bırakılma kısmını değiştirebilirdi. Bu maddeyi anlaşmaya değil, vasiyetine koydurmayı daha uygun bulmuştu o yüzden. Ahucan’ın şimdiden bunun yasallaştığını bilmesine gerek yoktu.

Avukat ertesi gün anlaşma ve vasiyeti yasal bir dile çevirerek ona geri gönderdi. Alkan sonuçtan gayet memnundu. Vasiyeti direkt imzalayarak ona geri gönderdi, anlaşmayı ise Ahucan’a vermek üzere kendine sakladı. Şimdi onun düşünüp, geri gelmesini beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı ki, öğleden sonra beklediği telefon geldi Ahucan’dan.

“Yarın sabah sizin için uygunsa gelip yeniden konuşmak istiyorum.” demişti telefonda. Sesindeki tedirginliği, verdiği karardan hala emin olmadığına bağladı Alkan. Yine de, onu yeniden görecek olmanın heyecanını hissetti içinde. Üç gündür hiç atak gelmiyordu. Aksine içinde neredeyse hiç hissetmediği bir enerji duyuyor, evden dışarı çıkmak bile istiyordu. Telefonu kapattıktan sonra, kocaman  olmasına karşılık, sadece güvenlik duvarı olarak kullandığı için farketmediği bahçeye çıkmaya karar verdi. Hüseyin bey onu kapıda görünce, bir yere gideceğini düşünüp çıktı hemen kulübesinden, onun kapıya değil de ağaçların arasına doğru yürüdüğünü görünce, kararsız bir şekilde biraz bekledikten sonra, döndü yerine. Daha önce Alkan beyin bahçeye çıktığını hiç görmemişti.

Ağaçların arasından süzülerek yemyeşil çimenlerin üzerine düşen güneş ışığının oluşturduğu parlak çizgilere takıldı Alkan’ın gözleri. Evin arka tarafındaki ağaçları acılarını başka insanlardan gölgeleyen uzun duvarlar olarak algılamıştı daha önce. Dışarıdan bu kadar güzel olabilecekleri hiç aklına gelmemişti doğrusu. Başını kaldırıp, gökyüzüne baktı, parlak mavinin aydınlığı başını döndürdüğü için kapattı gözlerini. Güneşin sıcaklığı, neredeyse grileşen ruhuna sapsarı bir ışık dolduruyor gibi hissetti.  Gözlerini kapattığında bir karanlığa yuvarlandığını hissederdi her zaman, gözkapaklarının renginin turuncu olduğunu daha önce farketmemişti. Bilinçsizce kollarını iki yana açtığını farketti, sanki arka bahçede onu bekleyen hayat hoş geldin kucaklaması yapıyor gibiydi. İçinde yükselen enerjinin dudaklarında oluşturduğu gülümseme hissi yabancı gelse de, memnun etti onu. Çoğu vaktini dört duvar arasında geçirse de, hayatının büyük bir döneminde dışarı çıkmıştı ama, hayatında ilk kez, zihninin içindekini değil, dışındakini farkediyor gibiydi bu gün. Doktoru ona her zaman kendini kapatmaktan vazgeçip, yürüyüşler yapmasını önermişti o güne kadar. Bu yürüyüşleri bir kaç kez yapsa da, içindeki karanlığı her zaman yanında taşıdığı için, evde olmak ya da çıkmak arasında bir fark göremediğinden vazgeçmişti bir süre sonra. Onun için nerede olduğunun önemi yoktu, çünkü yaşadığı dünya diğerlerinin paylaştığı dünyadan çok ayrı, gölgelerle dolu bir dünyaydı. Çünkü o da bir gölge olmak istiyordu. O gölgelerde kaybolmak daha çok belki de, ama şimdi aydınlığa gücü yetmeyen gölgelerden eser yoktu çevresinde. Karanlığı yenebilecek tek güç, onu kuşatmış, kurtarmış gibiydi.

Mutsuzlukla yaşamanın bir alışkanlık olduğunu düşündü sonra, insan kendini kaptırdığı gölgelere ve onların soğuğuna öyle alışıyordu ki, bir süre sonra başka bir dünyanın varlığını hatırlamıyordu bile. Aslında doktoru da, tam olarak bunu söylüyordu galiba.

“Sen hayatını acılarla besliyorsun, sadece onları görüyor, onları duyuyor, yeryüzünde başka hiç bir şey yokmuş gibi yaşamayı seçiyordun. Bu bir seçim Alkan bey, o gölgelerden çıkmak istemediğiniz sürece, ne ben, ne de bu ilaçların size bir faydası olmayacak.”

Ahucan nedne olmuştu tüm bunlara, içinden kelebekler havalandı masmavi gökyüzüne, o hayatına girdiğinden beri ilaçlar işe yaramaya başlamış, aydınlık onu soğuk gölgelerin ardından, sıcacık elleriyle çekip almıştı bu bahçeye kadar. Kuşlar dedikodusunu yapıyor olmalıydı şimdi ağaçlarda, daha önce duymadığı kadar kuş sesi doldu kulaklarına. Sanki kıyametin ardından, yeryüzünün yeniden uyanışını seyrediyor gibiydi şimdi.

Ertesi sabah huzurlu bir uykunun ardından uyandığında, doktora yeniden gitmesi gerektiğine karar verdi. Madem ki, bu evin içinde Ahucan ile yaşayacaklardı bundan böyle, onun anahtarı olan aydınlığı kaybetmemek için, karanlık taraflarından tamamen kurtulması gerekiyordu. Nasıl oluyor da, kızın teklifini kabul etmiş olarak döneceğinden bu kadar emindi bilmiyordu ama, bir şekilde emindi işte. Zaten bunun öğrenmek için de çok fazla zaman kalmamıştı, saat neredeyse öğlen olmak üzereydi. Onu çıkıp bahçede beklemek geçti içinden, sonra bunun ne kadar hevesli bir izlenim yaratacağını düşünüp vazgeçti. Henüz kızın kararını bilmiyordu, avukatın dediği gibi, bu kadar teslimiyet biraz fazlaydı belki de daha başlangıçta.

Hüseyin bey, “Ahucan hanım geldi.” dediğinde neredeyse yüreği yerinden fırlayacaktı.

Ahucan ceketinin cebine koyduğu ilacı, yol boyunca sürekli kontrol etmişti. Sanki etrafındaki herkes, az sonra bir insanın içeceğine katacağı bu ilacı görüyormuş gibi, elini cebine sokup, şişeyi avucunun içine almıştı ayrıca. Arada bir göz ucuyla, ceketin cebindeki kabarıklığın ne kadar dikkat çektiğini kontrol ediyordu. Bunu bir insanın iyiliği için yaptığını bilse de, yine de çok gergindi. Ayrıca daha önceki ziyaretlerinde, herhangi bir ikramda bulunmayan Alkan beye ilacı nasıl içerebileceğini de henüz bilmiyordu. Her ihtimale karşı, çantasında bir küçük  limonata şişesi yerleştirmişti, havanın sıcaklığını bahane edip ona da ikram ederek içirebilirdi. Önemli olan yabancı bir evde, göstermeden  ilacı bardağa nasıl boşaltabileceğiydi. Cebindeki şişe damlalıklı bir sıvıydı, onun görmediği bir zamanda bir kaç damla içeceği ya da yiyeceği bir şeye damlatması yeterliydi. Kendinen geçmesi sadece on dakika sürecekti. Bu süreçte oturuyor olmasını diledi Hüseyin beyin açtığı kapıdan geçerken.

Alkan her zaman ki ciddiyetini takınmaya çalışarak açtı kapıyı ona, Ahucan sanki yol boyu planlamamış gibi kekeleyerek selamladı onu. Yeniden karşılaşmak beklediğinden daha heyecan verici olmultu onun içinde. Oysa gelene kadar sadece ilacı ve ona ne kadar büyük bir iyilik yaptığını düşünerek ikna etmişti kendini, şimdi ise hisettiği heyecanın bunlarla bir ilgisi olmadığını biliyordu. Garip bir şey vardı bu adamda, yanında değilken değil ama, bu evin kapısından girdiği andan itibaren, garip bir büyüye kapılmış gibi hissediyordu Ahcan kendisini. Özgüveni kayboluyor, söylemeyi planladıklarını unutuyor, onun gizemli tavırlarına kapılıp, kendinden uzaklaşıyordu sanki. Oturmadan önce, planladıklarını yapabillmek için kendine sakin olmasını telkin etti içinden.

“Gerçekten çok hızlı karar veriyorsunuz!” dedi Alkan gülümseyerek. Bu hızdan oldukça memnundu aslında.

“Size o evi ne kadar istediğimi söylemiştim.” dedi Ahucan soğukkanlı olmaya çalışarak.

“Ben de, sizin hızınıza ayak uydurabilmek için anlaşmayı hazırlattım zaten.” diyerek sehpanın üzerinde hazır bekleyen dosyayı uzattı Ahucan’a.

Ahucan artık bu anlaşmanın bir önemi olmadığını bilse de, onu şüphelendirmemek için dosyayı alıp inceliyormuş gibi yapmaya başladı. On beş maddeden oluşan anlaşmanın, üçüncü maddesinde bir yıl boyunca onunla aynı evde yaşama koşulu olduğundan ve eve ancak ondan sonra sahip olacağından bahsediyordu. Alkan kızın anlaşmaya verdiği tepkiyi anlamak için dikkatle onu inceliyordu. Beklediği gibi bir direnç henüz oluşmamıştı kızın yüzündei aslında bir kabullenme belirtisi de yoktu. Önceki günlerden farklı bir şeyler olduğunu hissediyordu ama henüz ne olduğunu çözememişti. İçinden vazgeçmemesini diledi endişeyle.

Üçüncü maddeden sonrasını okumadı Ahucan, burada bir tepki vermesi gerektiğini düşünüyordu. Aslında bu evde hisettikleri ve bir yıl burada yaşamasına dair madde, eğer Alev hanım ve Necati bey ile aralarında geçenler olmasaydı, onu rahatsız eder miydi emin olamadı. Başını kaldırıp Alkan’a baktı.

Alkan’ın soru dolu gözleriyle karşılaşınca yeniden eğdi başını, bu anlaşmanın tamamını okuyup kabul ettiğini söylerse, o zaman kutlama için bir şeyler içmeyi önerebilirdi belki Alkan bey ya da en azından o teklif edebilirdi. Acaba anlaşma ile ilgili hiç bir yorum yapmadan, tam da şimdi mi söyleseydi bunu, “Boğazım kurudu aslında, hava çok sıcak, içecek bir şeyler alabilir miyim?” dedi, boğazı gıcık yapmış gibi öksürerek.

Alkan onun üçüncü maddede takıldığını ve düşünmek için zaman kazanmak istediğini düşündü ve geri çevirmedi bu teklifi. Mutfakta biraz oyalanarak, daha sakin karar vermesi için ortam sağlayabilirdi. Zaten salona birleşik bir Amerikan mutfağı olduğu için, onu gözünün önünden ayırmasına da gerek olmayacaktı böylece.

“Elbette! Soğuk ne var dolapta gidip bakayım.” diyerek kalktı yerinden.

(devam edecek)

 

Bölüm 1

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/15/ben-acidan-gucluyum/

Bölüm  2

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/16/ben-acidan-gucluyum-bolum-2/

Bölüm 3

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/17/ben-acidan-gucluyum-bolum-3/

Bölüm 4

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/18/ben-acidan-gucluyum-bolum-4/

Bölüm 5

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/18/ben-acidan-gucluyum-bolum-5/

Bölüm 6

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/20/ben-acidan-gucluyum-bolum-6/

Bölüm 7

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/21/ben-acidan-gucluyum-bolum-7/

Bölüm 8

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/22/ben-acidan-gucluyum-bolum-8/

 

 

 

 

Ben acıdan güçlüyüm! – Bölüm 8’ için 11 yanıt

Yorum bırakın