Ben acıdan güçlüyüm! – Bölüm 3

Saat henüz iki olmadan evin önüne gelmişti bile, arabayı yolun kenarına parkedip beklemeye başladı. Evin büyük demir kapısını saran sarmaşıklar yüzünden içeri girip, giremeyeceklerinden emin olamadı, inip kapıyı açmayı düşünse de, şoförün ev sahibi gibi davranmasının normal olmadığa karar vererek vazgeçti. Kız geldiğinde kapıyı birlikte açıp girerlerdi nasılsa. Dikiz aynasından Hüseyin beyi kontrol etti. Onun aracı da elli metre kadar geride park edilmişti. İçi rahatladı. Uzaktan gelen yaşlı çifti görünce, sırtında bir gerginlik hissetti. Sanki etrafta bir şey arıyorlar gibi bakınıyorlardı, gözlerini kısarak daha dikkatli baktı, annesini görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, onu yeniden görse tanıyabilir miydi, emin değildi. Çift az ilerideki binanın bahçesine girince, gevşedi. Uzun süre evde kalmak, korkularını da pekiştirmiş olmalıydı. Oysa aynı psikoloji ile ofise gidip gelmişti yıllarca, o zamanlar da benzer stresleri yaşasa da, yine de yaşamaya devam ediyordu. Doktoru korkularının üzerine gidip, onları yenebileceğini söylemişti. Oysa o, acılarını yenmeyi, onlara karşı güç gösterisinde bulunmayı tercih ediyordu daha çok. Korkuları, acıları ve insanlarla bir savaş yaşıyordu adeta. Bu hayatın içinde barış sağlamak gerçekten çok zordu. Bir tek evdeyken barışa en yakın ruh haline sahip oluyordu ama, o zaman da acılarına meydan okuma isteğini kontrol edemiyordu bir türlü. Yanından hızla geçen motorsikletin sesiyle irkildi birden. O korkuyla bütün vücudunu ter bastı, havanın sıcaklığı yetmezmiş gibi, bu üniforma, şapka ve eldivenlerle iyice sıcaklamıştı artık. Camları kapatıp arabanın klimasını açmaya karar verdi. Klimayı ayarlayıp başını kaldırdığı sırada gördü kızı bahçe kapısının önünde. O da kendisi gibi düşünmüş olmalıydı ki, kapıyı saran sarmaşığı kontrol ediyordu.

Arabayı kilitleyip kızın yanına gitti, “Merhaba, beni Alkan bey gönderdi, size evi göstereceğim.” dedi etrafını kontrol ederek. Kız bu sıcak yaz gününde üniformasının içinde yüzü sıcaktan kıpkırmızı olmuş adamı görünce elini uzattı , “Merhaba, benim adım Ahucan.”

Tokalaşma sırasında eldivenli eli uzatmanın kabalık olduğunu bildiği için, başıyla selam vermekle yetindi. Kız havada kalan elini indirip, görmeze geldi bu davranışı.

“Alkan bey bu evi uzun süredir açmamış sanırım, sarmaşık yolu tamamen kapatmış gibi görünüyor.” dedi yeniden kapıya bakarak.

Cebinden anahtarı çıkarıp, önce kapının kilidini açtı Alkan, sonra kapıyı iterek sarılan dalları koparmayı denedi. Kırılan ve kopan bir kaç daldan başka bir gelişme olmadı.

“Bir bahçe makası olsaydı, kolayca açardık.” dedi Ahucan adamın kapıyı itmesine yardım ederek.

Sonunda ikisinin birden zorlamasıyla, kalan dallar da çatırdayarak koptu ve kapı açıldı.  Bakımsızlıktan kurumuş güllerin olduğu yoldan geçtiler. Verandanın hemen yanı başındaki büyük ağaca doğru yürüdü Ahucan. Ağacın dalından sarkan halat parçasını tuttu eliyle, hatırladığı sesler çınladı kulaklarında yeniden.

“Daha hızlı baba! Daha hızlı salla!”

Alkan kızı inceliyordu dikkatle, bahçeye girdiğinden beri onun varlığını unutmuş gibiydi. Ağaçtan sarkan kalın ipi sımsıkı tutmuş ve gözlerini kapatmıştı. Yüzündeki ifade acıdan çok mutluluğu çağrıştırıyordu. Zihninde her neyi canlandırıyorsa, bu acı dolu bir günün izleri olamazdı. Hatırladığı yangın günü değildi. Burada Alkan beyin şoförü olarak bulunduğundan, merak ettiği şeyleri soramazdı.

Ahucan gözlerini açıp ağaca dokundu bu kez, etrafında dolaştı ve eve  doğru yürüdü. Verandanın çatısındaki malzeme yer yer döküldüğünden, gün ışığının tuhaf gölgeleri düşmüştü kapının önüne, kapıya takılı sineklik kırılmış, camlı kapının yanıda yere bırakılmıştı. Sarmaşıklar uzanabildikleri kadar sarmışlardı evin bir kısmını. Örümcek ağlarını eliyle temizleyerek kapıya yürüdü. Kapı kilitliydi, dönüp şoföre baktı sorar gibi. Alkan hemen kapıya yürüyüp açtı elindeki anahtarla.

Bu boş haliyle pek sevimli görünmeyen salona açılan bir amerikan mutfak vardı, mutfağın hemen yanındaki merdivenden üst kattaki odalara çıkılıyordu. Duvarlarda yıllarca bulundukları alanı kirden ve isten koruyan çerçevelerin izleri gözüküyordu. Pencerelerin birinde güneşten eriyip, bir tarafa doğru sarkmış bir tül sallanıyordu. Son ev sahipleri onu birlikte götürmeye değer bulmamışlardı belli ki. Yerde biriken toz ayaklarının altında gıcırdıyordu yürürken.

Bu haliyle hiç bir çağrışım yapmamıştı Ahucan’a ev, merdivenlere doğru yürüdü, yukarı çıkacak gibi yapıp vazgeçti.

“Ahucan şimdi girip içeriden anneni alacağım kızım, canının yandığını biliyorum ama burada bekle, seni hemen doktora götüreceğim.” diyen bir ses çınladı kulaklarında.

Gözünün önünde beliren andan seçebildiği hayal meyal yüzün ona söyledikleriydi bunlar, arkasında alev alev yanan evin dumanları yükseliyordu. Sırtı o kadar acıyordu ki, bayılacak gibi hissediyordu kendini. Alevlere doğru koşan adamı göz yaşlarının biriktiği gözleriyle izlediğini hatırladı. Sırtındaki acı ile büküldü, bükülünce acısı daha da arttı. Kızın durduğu yerde acıyla kıvaranrak ağladığını görünce, ne yapacağını bilemedi Alkan. Zihni sürekli ona kendi halini hatırlatıyordu. Kendinden sıyrılıp şimdi ona yardım etmesi gerekiyordu ama, bu acı yaşanılırken dışarıdan nasıl göründüğünü izlemek istiyordu biraz. Sonunda bunun bir saçmalık olduğuna karar verip toparlandı ve kızın yanına gidip, onu sımsıkı tuttu, “Bayan iyi misiniz?”

“Sırtım, sırtım çok acıyor” diyerek kollarına yığılıverdi Ahucan.

Alkın’ın evden kucağında baygın kızla çıktığını gören Hüseyin bey, tembihlendiği gibi polisi mi aramılıyım  diye kısa bir tereddüt geçirdikten sonra, bunun şu an gereksiz bir hareket olacağına karar verip, koşarak yanlarına gitti.

“Alkan bey, ne oldu?” dedi nefes nefese.

Şoförün birden boş bulunup adıyla seslenmesine ters bir bakışla karşıladı Alkan, “Arabayı aç, eve gidiyoruz!” dedi sert bir sesle.

“Belki bir hastaneye gitsek daha iyi olur !” dedi Hüseyin bey bu kez.

“Arabayı aç! Sadece bayıldı.” diyerek yola bıraktığı arabaya doğru yürüdü Alkan, kucağında kızla.

Ahucan doğrulmaya  çalışıp, “O içeride kaldı!” diye inledi, sonra yeniden Alkan’ın göğsüne bıraktı başını.

Onu yavaşça arka koltuğa yerleştirdiler. İnsanlara dokunmaktan ve onların da kendisine dokunmasından hiç hoşlanmayan Alkan, evden arabaya kadar geçen süre boyunca, boğazına kadar yükselen atağı kontrol etmekte oldukça zorlanmıştı. Bir an önce odasına gitmek, duvarlara bütün gücüyle vurmak istiyordu şimdi.

“Arabayı sen sür! Diğerini sonra gelip alırsın.” dedi Hüseyin’e.

Arkaya kızın hemen yanına oturmak istemediği için, öndeki yolcu tarafına oturdu. Hüseyin’in içeri girmesini istemediği için, eve geldiklerinde kızı yeniden kucaklayıp içeri taşıması gerekti. Hüseyin’e verdiği anahtarla kapıyı açtırıp, ona geri dönmesini söyleyerek, kızı salondaki kanepeye yatırdı. Kendi nöbetleri bir süre sonra geçtiğine göre, kız da eninde sonunda kendine gelecekti elbet. Bu şahit olduğu da kesinlikle bir nöbet olmalıydı. Evin içinde bir yabancı olması duygusundan hoşlanmadığı için kanepenin önünde bir ileri bir geri dolanmaya başladı. Odasına çıkmak için çıldırıyor ama, onu burada tek başına bırakmak istemiyordu. Her an kendine gelebilirdi. Sıcaktan havale geçirecek kadar bunalmış olmasına rağmen üzerindekileri de çıkaramıyordu. Mecburen kızın kendine gelmesini bekleyecekti.

Aslında ne demeye onu eve  getirdiğini o da bilmiyordu , orada bırakamazdı, belki bir hastaneye gidebilirlerdi ama, hastanelik bir durum olduğunu sanmıyordu. “Arabada bekleyebilirdik.” diye düşündü kendi kendine. Planlarında olmayan ve hazırlıksız yakalandığı bu durum, doğru düşünmesine engel olmuştu. Sakinleşebilmek için derin derin nefesler aldı. Sabah ilaçlarını almasına rağmen gelen bu ataklar, bir kez daha ilaçların bir işe yaramadığının ispatıydı zaten ama, bu kez gerçekten atağı bastırmak zorundaydı. Banyoya gidip, elini yüzünü yıkamayı düşündü , kızın o arada ayılma ihtimaline karşılık bundan da vazgeçti. Sonunda dolanmanın bir faydası olmadığını düşünerek, kanepenin karşısındaki koltuğa oturdu. Dikkatini kendinden uzaklaştırıp kıza vermeye çalıştı. Çok uzun boylu değildi, dalgalı kahverengi saçlarını açık bırakmıştı, giydiklerine bakılırsa gösterişe pek meraklı biri değildi, herhangi bir kolye, yüzük veya başka bir takısı yoktu. Yüzünde oldukça sade yapılmış bir makyaj vardı. İnce uzun ellerindeki tırnakları kısaydı ve oje sürmemişti. Kızı izledikçe nefesinin yatışmaya başladığını farkedip, biraz rahatladı.

(devam edecek)

Bölüm 1

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/15/ben-acidan-gucluyum/

Bölüm  2

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/16/ben-acidan-gucluyum-bolum-2/

Bölüm 3

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/17/ben-acidan-gucluyum-bolum-3/

Bölüm 4

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/18/ben-acidan-gucluyum-bolum-4/

Bölüm 5

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/18/ben-acidan-gucluyum-bolum-5/

Bölüm 6

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/20/ben-acidan-gucluyum-bolum-6/

Bölüm 7

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/21/ben-acidan-gucluyum-bolum-7/

 

Ben acıdan güçlüyüm! – Bölüm 3’ için 15 yanıt

Yorum bırakın