Kaderim, mirasın olmasın Bölüm 5

Sedat bey, Selin’i babasını toprağa verirken de yanlız bırakmadı. Orada bulunanlar içinden, en yürekten o ağladı hatta. Bu güzel insanı keşke daha önce tanımış olsaydım dedi içinden. Gerçi farklı şartlar altında bir evladın geleceği için, böyle iş birliğine girebilirler miydi bilmiyordu ama, kendi anne babasından sonra hayatta en borçlu hisettiği insan o olmuştu gerçekten.

Selin’in ona hitap ederken zorlandığını farkedince “Kendini zorlama kızım, herkesin bir annesi, bir de babası olur, sen bana Sedat amca de doğrudan” deyivermişti. Birden bire ortaya çıkıveren bir Sedat amcadan başkası değildi şu anda o. Selin’in gözleri dolmuştu yeniden, bu güzel sözler üzerine, “Hikayeme ilk bakışta çok dramatik gözükse de, aslında çok şanslı bir evladım ben, iki güzel ailem var” dedi Sedat beye sarılarak. Bundan ötesi olur muydu bu şartlar altında, daha fazla ne istesindi Sedat bey kendisi için. Bir tek Mevhibe’si için bir dileği vardı bu güzel yürekli evlattan. Bir kerecik de olsa, gelip annesini görmesini istiyordu, o kadıncağız yıllardır bekliyordu bu anı, evladından ayrı kalmak onun suçu olmasa da, kendini cezalandırmıştı yıllarca. Bir kez olsun kızını görmek onun da hakkıydı, sonrasında Selin ne isterse onu yapabilirdi, o Sedat amcası olarak ömrü yettiğince yanındaydı onun.

Babasının ölümü üzerinden bir kaç gün sonra yapılan bu sohbet sonrası Selin, biraz düşünmek istediğini söyledi önce. Yüreği o kadar acıyor, kafası öyle meşgulduki birden bire bu kararları verebileceğini hissetmiyordu. Sedat amcası alınmassa biraz yanlız kalıp düşünmeye ihtiyacı vardı önce, kararını ayrıca bildirecekti kendisine.

Sedat bey kızının gözlerine bakıp, bu konuda ısrar edemeyeceğini anlayınca, ertesi gün dönmek üzere biletini aldı. Feryal çok üzülmüştü bu habere, kızın onunla  gelip, bundan sonra da onlarla yaşayacağını sanmıştı, keşke biraz daha ısrar etseydi Sedat Bey.

“Ne yüzle ısrar edeceğim Feryal, onu dünyaya getirmekten başka ne yaptık ki biz?” dedi içi acıyarak. “Bırakalım çocuk önce yaşadıklarını bir sindirsin, o çok güzel bir çocuk, eminim kendisi için en doğru olan kararı verecektir. Baştan hayır demedi ki zaten, düşüneceğim dedi. Kolay değil yaşadıkları, sen de sakin ol, gelince konuşuruz.” diye kadını sakinleştirmeye çalıştı.

Feryal hanım kız kardeşinin durumuna öyle üzülüyordu ki yıllardır, ayrıca ona verdiği sözü de tutmak çok önemliydi kendisi için ama, Sedat beye de bir şey diyemiyordu, o da babasıydı neticede. Yine de kendi kendine kızdı biraz Selin’e, onu ikna eden ise Taner oldu.

Aslında gerçekten de Selin’i en iyi anlayacak pozisyonda olan Taner’di. O Selin gibi doğduğunda anne babasından koparılmamıştı belki ama, yine de biyolojik olmayan bir anneye nasıl “anne” olarak bağlanıldığının en iyi örneğiydi. Feryal hanım, oğlunun sözlerini gözleri dolarak dinledi, Selin’in acısını daha iyi anlıyordu şimdi. Evet çocuk gerçekten acısını yaşamak için bir şansı hakkediyordu.

Yine de döndükten sonra sürekli Selin’i araması için Sedat beyi sıkıştırmaktan kendini alıkoyamıyordu. İlla kararını sormak gerekmiyordu ki, baba olarak evladını merak ettiği için arayıp sorsundu ne olacaktı? Sedat bey ise günler geçtikte Selin’in aramayacağına veya gelmeyeceği endişesini içinde büyütse bile, Feryal hanıma sadece sabırlı olmasını öğütlüyor, bütün günü karısı Mevhibe’nin yanında geçiriyordu.

Mevhibe hanım, onun gidişi ve gelişini farketmemişti bile, bazen sanki gerçekten bir çocuk büyütmüşler gibi hikayeler anlatıyor, “Çocuğun altını değiştirdin mi Sedat?” gibi sorular soruyordu. Sedat bey karısının bu hayallerini hiç bozmuyor, onun sorularına uygun cevaplar veriyordu tek tek. Selin’i görüp geldikten sonra, karısının yüzüne her baktığında kızını görüyordu artık. Gerçekten ne kadar benziyordu annesine, kendisinden hiç bir fiziksel özellik almamıştı neredeyse, annesinin bir kopyası olmuştu yavrucak.

Aslında bazı günler “Şimdi kızımız çıkıp gelse, ne yaparsın?” diye dilinin ucuna kadar gelse de, kadıncağızın krizlerinden birine daha sebep olmamak için susuyordu. Selin^den bir fotoğrafını rica etmişti gelirken, bir tane küçüklük, bir tane de yeni resmini vermişti Selin. Feryal hüngür hüngür ağlamıştı resimlere bakarken. Sedat bey ceketinin iç cebinden çıkarmıyordu onları geldiğinden beri, kalbinin üzerinde taşıyor, Mevhibe’nin yanında olmadığı zamanlar da, çıkarıp onları seviyordu.

Aradan iki ay geçmesine rağmen Selin’den hiç haber çıkmamıştı. Feryal hanım, ver şu numarayı bana bari, ben arayayım yeğenimin hiç değilse bir sesini duyayım dese de, Sedat bey, nuh diyor peygamber demiyor, ne numarayı veriyor, ne de kendisi arıyordu. O da giderek içine kapanmış, kendini eskisinden daha yorgun hisseder olmuştu.

“İnsanı ayakta tutan şey umudu biliyor musun Feryal, o da bitince geriye bir şey kalmıyor” demişti bir kez gözleri dolarak. Israrlarıyla adamcağızın acılarını perçinlediğini anlayan Feryal hanım, bir daha bahsetmemişti Selin’den. Zavallı Mevhibe evladına kavuşamadan göçüp gidecekti demek bu dünyadan. O da sözünü tutamayacaktı belli ki.

Sedat bey son zamanlarda evde tek başına yaşamanın da zor geldiğini hisettiğinden, Mevhibe’nn yanına yatmayı düşündüğünü söylemişti Feryal hanıma, artık dış dünyada peşinde koşacağı bir şey kalmamıştı, e zaten bütün gününü de orada geçiriyordu. Gel git yapmaktansa, orada karısının yanında olabilirdi sürekli, kendi hayatını devam ettirmek için de ekstra bir çaba harcamasına gerek kalmazdı.

Feryal hanım adamcağızın Selin’in yanından döndüğünden beri yaşadığı çöküşün farkındaydı, o da genç değildi ki Sedat beye alsın da baksın. Çaresiz bu isteğine karşı çıkmadı. Oturduğu evdeki eşyaları bir ihtiyaç sahibine bağışlayıp, evi kiraya verelim diyordu Sedat Bey. Hatta evi Feryal’in üzerine geçirip, o öldükten sonra da, Selin’e kalması şartı koymak istiyordu. Evlatları için hiç değilse bunu yapabilirlerdi. Nüfusta doğrudan çocukları gözükmese de, avukatlarla görüşüp, Feride hanımdan kalan servetin de Selin’in payına düşen kısmını onun üzerine  yapılması için yol arayacağını söyledi.

Annesinin serveti hiç birine şans getirmemişti Feryal hanımın, bu yüzden  hiç itiraz etmedi bu öneriye, Taner zaten onun payına düşen kısmı alacaktı, kalan yarısı da elbette Selin’in hakkıydı. Mevhibe hanım ve Sedat bey yaşadığı sürece kira ve diğer gelirlerle bakım evi ücreti karşılanabilirdi, zaten orada başka da masrafları olmayacaktı.

Feryal hanımın eşi, Hüseyin bey, daha altmış yaşında hayata bu kadar erken veda etmenin doğru olmadığını düşündüğünü söyledi Sedat beye, evet karısı için bir şey yapamıyordu, evlatları belki şimdilik ortada yoktu ve belki de hiç olmayacaktı anlıyordu ama, bu ülkede yardıma, babaya muhtaç öyle çok çocuk ve insan vardı ki, kendisini bir bakımevine kapatmak yerine öyle insanların elinden tutabilir, sosyal sorumluklar üstlenerek kendini ayakta tutabilirdi. Bu kolay bir vazgeçişti sadece.

Hüseyin bey konuştukça, Feryal dirseği ile susmasını işaret etse de, adam bütün samimiyetiyle tüm düşüncesini ifade edene kadar susmadı. Sedat beyin acı ve umutsuzluğunu anlıyordu ama bu şekilde kendini kapamasını anlamıyordu. O da eşi öldükten sonra küçücük oğluyla ortada kalmış, umutlarını gömmüştü bir süre sonra ama, Feride hanım belki de hayatında yaptığı en büyük iyiliği yapmış Feryal hanımı vermişti ona. Aileye yaptığı bunca kötülük içinden farkında olmadan da olsa, bir iyiliği dokunmuştu, özellikle de Taner’e. O bile insanlara iyilik yapabiliyorsa, Sedat bey bu güzel yüreğiyle neden yapamasındı?

Sedat bey sadece sessizce dinlemişti Hüseyin beyi, adamın haklı olduğunu biliyordu ama, karısını tekrar evladına kavuşturamamış olmanın ağırlığı öyle çöküyordu ki yüreğine, aslında yapabilse doğrudan toprağın altına girmek isterdi ama, Mevhibe’yi yalnız bırakmak istemiyordu. O evladını görmüş, az da olsa koklayıp sarılabilmişti, Allah’a bu şansı ona verdiği için şükretse de, Mevhibe’ye bun anları ortak edemediği için derin bir suçluluk duygusu duymaya başlamıştı. Selin’e hak veriyor olsa da, onun  da bir kez bile aramamış olmasına içerliyordu bir taraftan. Hüseyin bey haklıydı belki ama, hisettiklerini anlaması da imkansızdı. Feryal’in de düşüncesini onaylamadığını biliyordu zaten ama, kadıncağız en azından sessiz kalmış bir şey söylememişti. Günden güne yaşlanıyordu. Birilerinin elinden tutsa bile, bir süre sonra onları da yarı yolda bırakacağı ortadaydı. Aslında Selin içinde geçerliydi bu, kızı alıp getirse bile burada ne kadar onun yanında kalabilecekti?

Bütün gece düşündükten sonra aldığı kararın doğru olduğu sonucuna vardı, bu gün bakımevine gittiğinde kendisinin de karısı ile birlikte orada yaşamak istediğini söyleyecek, sonra da avukatlar ile konuşup, Selin’in onların mirasına sahip olması için ne yapılması gerektiği konusunda görüşecekti. Evin dağıtılması ve kiraya verilmesi kısmını Feryal hanım halledebilirdi. Zaten evdeki eşyaların çıkışını ve yuvalarının bir daha kurulmamak üzere yıkılışını da görmek istemiyordu. Ona da bir vekalet çıkartıp tüm işlermleri yapmasını sağlayacaktı.

Sabah erkenden uyanıp, kendine küçük bir valiz hazırladı, belki hemen bu gün gelin bile diyebilirlerdi. Kendi başına haraket etme gücüne hakim hastaların gün içinde girip çıkma hakları zaten vardı. Hemen bu gün oraya yerleşir, sonra kalan işleri oradan da takip edebilirdi.

Bir kaç çamaşır, pijama, bir kaçta rahat kıyafet koydu valize, evin içinde şöyle bir dolandı, yanına almak isteyeceği hiç bir şey bulamadı. Bu eşyalar hep acı görmüşlerdi bu evde, şahit oldukları şeyleri gittiği yere taşıyıp, bakımevinin hafızasını kirletmeye gerek yoktu. Zaten eksik bir şey varsa, geri gelip alma şansı da olacaktı.

Eve son bir baktı, vedalaşacak bir şey bulamadı, bu iyice acıttı içini, dönüp indi merdivenleri sessizce.

Koskoca hayatın tükendiği evden bir küçük valiz ile çıkıp gidiyordu artık ait olduğu yerde karısının yanında olacaktı.

Arabasını bakımevinin büyük yeşil bahçesine parkettikten sonra, valizini almadan inip doğrudan müdüriyete doğru yürüdü. Önce konuşup en erken ne zaman yerleşebileceğini soracaktı, inşallah bu günden derler diye dua etti içinden.

Müdürün sekreteri içeride kısa bir görüşme olduğunu, sona erene kadar biraz beklemesini rica etti. Bir kaç dakika geçmeden müdür ve yanında bir karı koca belirdiler kapıda, duyduğu sözlere bakılırsa, onlarda bir hastalarını yerleştirmek için görüşmeye gelmişlerdi ve öyle endişeli görünüyorlardı ki, akıllarında hala soramadıkları pek çok soru varmış gibi müdürün yanından bir türlü ayrılamıyorlardı.

Müdür onları yolcu ettikten sonra “Hoş geldiniz Sedat bey, buyurun.” diyerek odasına davet etti onu. Müdür Sedat beyin isteğini dinledikten sonra biraz şaşırdı. Genellikle akıl ve fiziksel sağlığı yerinde insanlardan böyle talepler almazlardı ama elbette ki onları da burada konuk etmemek için bir kuralları yoktu. Sadece Sedat beyin bu isteğinden emin olup olmadığını anlamak istiyordu, zaten istediği zamanda ayrılabilirdi iyi olduğu sürece. Hüseyin beyin söylediklerine benzer bir konuşma dinlerken çaldı Sedat beyin telefonu, telefonda yazan ismin Selin olduğunu görünce yüreği ağzına geldi adamcağızın. Müdürden izin isteyip elleri titreyerek açtı telefonu.

“Merhaba ben Selin” dedi kızın ince ve nazik sesi.

“Merhaba evladım, nasılsın?”

“İyiyim teşekkür ederim, siz nasılsınız?”

“Ben de iyiyim çocuğum, senden ses çıkmayınca şey sandım..”

“İzmir’deki evi kapattım, o evde tek başıma yaşamanın benim için daha ağır olacağına karar verdim.” dedi Selin kararlılıkla.

“Taşındın demek hayırlı olsun evladım, keşke bir yardımımız dokunsaydı.”

“Yok taşınmadım aslında.”

“Kusura bakma yavrum heyecanlandım sesini duyunca, evi boşalttın diye anladım, yaşıma ver.”

“Yok boşalttım evi.”

“E ne yaptın o zaman? Nerede yaşıyorsun şimdi?”

“Şey ben otogardayım şimdi, gelip beni alabilir misiniz diyecektim.”

Sedat bey neredeyse düşüp bayılacaktı olduğu yerde, doğru mu duyuyordu, kız İzmir’deki her şeyi bırakıp buraya mı gelmişti, hem de bugün mü?

“Sen, sen burada mısın?”

“Evet, gelip beni alır mısınız? Şehri pek bilmiyorum.”

“Almaz olur muyum canım kızım, almaz olur muyum? Bekle, bekle sen, sakın bir yere ayrılma, otur orada bir yerde, bekle tamam mı? Bekle mutlaka, ben hemen geliyorum.” dedi Sedat bey lafları toparlamaya çalışarak.

Sedat beyin renginin atıp, ellerinin titrediğini gören müdür bey de heyecanlanıp yanına gelmişt hemen, adamın yüzünden terler boşalıyor, dili ağzının içinde dolanıyordu konuşurken.

“Sedat bey, iyi misiniz?” diye sordu endişeyle. Müdüre cevap vereceğim diye telefonu kapatıverdi Sedat bey kızın suratına, sonra eliyle doktora işaret edip aradı yenidenSelin’i.

“Bekle kızım hemen geliyorum, sakın bir yere ayrılma.” dedi heyecan dolu bir sesle ve yeniden kapattı telefonu.

Müdür yıllardır hikayelerini bildiği Sedat beyin heyecanı, kızım diye konuşmasını hayretle izlemeye devam ediyordu.

“Yoksa?” dedi o da sevinçle.

“Geldi kızım geldi doktor bey, kızım bize geldi!” diye ağlamaya başladı Sedat bey bir anda, “Şimdi gidip onu almam lazım.”

“İyi de bu halde nasıl araba kullanacaksınız? Durun ben bizim şoförlerden birine söyleyeyim o sizi götürsün.”

Sedat beye sürahiden bir bardak su doldurup, sekreterini aradı hemen müdür, Sedat beyin ısrarı ile onun arabası ile gidilmesine karar verdiler.

Daha yoldayken Feryal’i aradı Sedat bey, o kadar heyecanlıydı ki, dili dolaşarak anlattı olan biteni ona bir çırpıda. Feryal hanımın çığlığına doluştu ev halkı, telefonun başına hepsi Mevhibe hanıma bir şey oldu sanmışlardı. Gerçek anlaşılınca heyecan hepsine birden bulaşıverdi. Feryal Sedat beye kızı alıp, doğrudan onlara gelmesi için sıkı sıkı tembihledi kapatmadan.

Selin tanımadığı ailesi ile teyzesinin evinde yemekteydi o akşam, hepsi gözlerinde büyük bir merak ve sevgiyle inceliyorlardı onu. Mevhibe hanımın kopyası olduğu konusunda hemfikirdiler. Kız bütün dikkatin üzerinde olmasından tedirginlik duysa da, meraklarını yenmeleri için kısa kısa bir şeyler anlattı hayatıyla ilgilli. Feryal hanım kız ağzını açtıkça ağlıyor, Hüseyin bey kızı üzecek diye sürekli karısına kaş göz işareti yapmak istiyordu. Masada en soğukkanlı davranan gene Taner olmuştu, o da olmasa hepsi dut yemiş bülbül gibi susacaklardı masanın etrafında.  Yemek sonrası Sedat bey kızı ile eve  geçmek istediğini söyledi nazikçe, evladını ilk kez götürecekti onu büyütmeyi hayal ettikleri o eve. Daha bu sabah neredeyse küserek çıktığı eve, yüreği sevgiden patlayacak gibi girecekti yeniden.

Eve geldiklerinde Selin’in valizleri ile birlikte, sabah hazırladığı küçük valizi de aldı bagajdan.

“Yoksa bir seyahate mi çıkacaktınız?” dedi Selin utanarak, aslında önceden haber vermesi gerekti ama, o da çok ani karar vermişti. Aslında niyeti şimdilik burada sürekli kalmak değildi ama, kendine yeni bir yaşam kurmadan önce, bir süre onlarla da vakit geçirmek, onları tanımak istemişti sadece.

“Boş ver yavrum, senden önemli bir şey yok artık” diyerek yürüdü Sedat bey eve doğru, Mevhibe ile evlendikleri gün bu kadar mutlu girmişti bu eve en son.

Selin’in bu evde her zaman bir odası olduğunu öğrenmek çok duygulandırmıştı, gerçi onu daha erken bulma umutları olduğu için küçük bir kız odası gibi döşenmişti bu oda ama, yıllar sonra da bozmaya gönülleri razı olmamış, öylece tutmuşlardı kızlarının odasını. Odanın kapısını açıp, Selin’e gösterirken Sedat beyin de gözleri doldu.

“Eğer rahat edemem dersen, başka bir oda daha var.” dedi biraz mahcup bir sesle.

“Hayır, hayır burayı çok beğendim” dedi Selin adamın yanağına küçük bir öpücük kondurdu.

“Şey, yavrum, yoldan geldin biliyorum yorgunsun ama yarın sabah, eğer sen istersen tabi, annene, yani Mevhibe’ye..”

“Evet elbette, bu yüzden geldim zaten.” dedi Selin gözlerinin içi gülerek.

Sedat beyin göz yaşları yeniden akmaya başladı, “Bilsen bu yaşlı gönlü yorgun adamı nasıl mutlu ettin.” diye tuttu kızının ellerinden.

Ertesi sabah erkenden yine Sedat beyi gören müdür, yanındaki genç kızın kim olduğunu anladı bir şey söylemeye gerek olmadan. Sedat bey Mevhibe hanımın birden heyecanlanıp, heyecanlanmayacağını sormak istiyordu önce müdüre, karısına iyilik yapayım derken bir zarar vermekte istemiyordu aslında.

Müdür, “Psikoloğumuzla görüştüm ben zaten sizden güzel haberi alınca, biraz beklerseniz önce o Mevhibe hanımla konuşacak, sonra duruma göre sizi yanına alacağız.” dedi gülümseyerek.

“Müdür bey, sizce Mevhibe düzelir mi?” dedi Sedat bey yalvarır gibi.

“Bilmiyorum Sedat bey, bunu hep birlikte göreceğiz” dedi müdür gülümsesini koruyarak, kadıncağızın hastalığı öyle ilerlemişti ki, iyileşebileceğini sanmıyordu ama, adamcağızın yıllardır beklediği bu anı da, daha başından söndürmek istemiyordu doğrusu.

Yarım saat sonra psikolog gelip, Mevhibe hanım ile görüşebileceklerini söyledi. Kadıncağız kızından bahsedilince, heyecanlanmış ve tansiyonu yükselmişti, görüşme öncesi sakin kalması için ona bir iğne yapmışlardı, bu yüzden uzun görüşemeyeceklerdi ama zamanla bu süreyi artırabilirdiler.

Sedat bey, kızına minnetle baktıktan sonra psikoloğun peşinden karısının odasına doğru yürüdü. Mevhibe hanım camın önündeki sandalyeye oturmuş dışarıdaki ağaçlara bakıyordu. Kucağındaki peçeteyi büke büke incecik bir ip haline getirmişti.

Sedat bey önceden odaya girip, “Mevhibe, ben geldim canım” dedi yumuşak bir sesle. Mevhibe  hanım kocasının sesine döndü heyecanla, “Sedat yatılı okuldan gelecekmiş bu gün kızımız, demin okuldan aradılar biliyor musun?” dedi gözlerini kocaman açarak.

“Döndü bile karıcığım, geldi kızımız burada” dedi Sedat bey sesi titreyerek, Selin kapının diğer tarafında yüreği ağzında bekliyordu, az sonra onu dünyaya getiren annesi ile tanışacaktı, henüz içinde bir sevgi kıpırtısı hissedemiyordu ama, merakı onu iyice ele geçirmişti. Yola çıkmadan önceki gün anne ve babasının mezarılarına gidip, buraya gelip biyolojik anne ve babası ile vakit geçirmek için izin istemişti, onları gücendirmek istemiyordu. Onun tek anne ve babası onlardı ama, bu insanları da tanımayı istediği sonucuna varmıştı.

“Selin gel kızım!” diye seslendi Sedat beyin titreyen sesi, karısının az sonra vereceği tepkiyi görmek için yıllarca beklemişti.

Selin ürkek bir kuş gibi başını uzattı kapıdan önce, sonra ağır adımlarla girdi içeri. Mevhibe hanım gözlerini ifadesiz bir şekilde dikmiş onu izliyordu. Kız kadının önüne kadar gelip, eline uzandı ve öpüp başına götürdü. Aslında ne yapması gerektiğini o da tam olarak bilemediği için, birden böyle yapmanın iyi fikir olduğuna kanaat getirmişti. Penceren gelen ışıkta yansıyan yüzün, kendi aksine benzerliğini farketmişti o da ilk bakışta. “Demek yaşlandığımda böyle gözükeceğim” diye geçirdi içinden, bu düşüncenin şu an için çok saçma olduğunu biliyordu ama, gerçekte ne düşüneceğini ve nasıl davranacağını bilmiyordu o da.

Mevhibe hanım, elini öpen kıza gülümseyip “Sağol yavrum, sen kızımızın mürebbiyesi misin?” diye sordu merakla.

Selin, Sedat beyin gözlerine baktı birden, ne söylemesi gerekiyordu şimdi?

“Mevhibeciğim bu bizim kızımız Selin, mürebbiye değil, ne çok büyüdü unuttun mu?” dedi şefkat dolu bir sesle.

“Sedat kızımıza niye Selin diyorsun, sana kaç kere söyledim onun adı Suna. Baban da yaşlandı evladım.” dedi dönüp Selin’e.

Selin hala ne diyeceğini bilemediği için öylece duruyordu kadının karşısında, Sedat bey karısının kızı ile karşılaştığını anlamadığını farkedince hayal kırıklığına uğradı biraz ama, yapabileceği bir şey yoktu. O kızını bulmuş, Mevhibesinin yanına getirmişti işte.

“Nasılsın evladım” dedi Mevhibe hanım Selin’e oturmasını işaret edip.

“İyiyim efendim siz nasılsınız?” dedi Selin’de sandalyenin yanındaki yatağın ucuna ilişerek.

Psikolog kapının hemen yanında onları izliyordu.

“Gözünüz aydın Mevhibe hanım, kızınız dönmüş” dedi kadının farkındalığının artacağını umarak.

Mevhibe hanım gözlerini Selin’e dikip seyretti bir süre cevap vermeden, sonra ani bir hareketle elini uzatıp kızın uzun saçlarına dokundu, sonrada yanağını okşadı nazikçe, bütün bunları yaparken gözleri dolu dolu olmuştu. Hepsi dikkatle onu izliyorlardı.

“Gel bakayım buraya” dedi Selin’e kollarını açarak, kız doğrulup ona doğru eğildi, kadın kendine doğru çekip sıkı sıkı sarmaladı onu, gözlerini kapatıp saçlarını kokladı. Yanaklarından yaşlar süzülmeye başlamıştı şimdi. Sedat bey bağıra bağıra ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Selin ise kıpırdamadan bekliyordu kadının göğsünde, bu duyduğu kalp, annesinin kalbiydi şimdi. Hızlı hızlı telaşla atıyordu sanki kaçırdıkları tüm zamanları telafi etmeye çalışıyor gibiydi. Mevhibe hanım, kızın yüzünü elleriyle tutup, gözlerinin içine baktı yeniden,

“Sen geç kalmadın ama, ben çok geç kaldım biliyor musun, beni affet, dilerim kaderim mirasın olmasın.” deyiverdi bir anda.

Selin büyük bir içtenlikle söylenmiş bu sözleri duyunca ağlamaya başladı bir anda. Mevhibe hanım, elleriyle kızın göz yaşlarını sildi “Ağlama yavrum, sen sakın ağlama” dedi sesi titreyerek. Sonra başını camdan dışarı çevirip bıraktı Selin’i tutan ellerini.

“Sedat yatılı okuldan gelecekmiş bu gün kızımız, demin okuldan aradılar biliyor musun? Şu hizmetçiye de söyle ağlayıp durmasın, artık bu evde çalışamaz, bir daha onu görmek istemiyorum.” dedi sert bir sesle.

SON

Kaderim, mirasın olmasın isimli hikayenin tüm bölümlerini okumak için aşağıdaki linklere tıklayınız.

Bölüm 1

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/01/kaderim-mirasin-olmasin-bolum-1/

Bölüm 2

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/02/kaderim-mirasin-olmasin-bolum-2/

Bölüm 3

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/03/kaderim-mirasin-olmasin-bolum-3/

Bölüm 4

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/04/kaderim-mirasin-olmasin-bolum-4/

Bölüm 5

https://gulserenkilincyazar.com/2018/05/05/kaderim-mirasin-olmasin-bolum-5/

Hikayelerimi takip eden tüm güzel insanlara teşekkür ederim. Hayat hepimize güzel hikayeler yazsın.

Gülseren Kılınç

Kaderim, mirasın olmasın Bölüm 5’ için 16 yanıt

Yorum bırakın